Allah Elçisinin dünyadan göçmesinden sonra Hz. Ali evine kapanarak Kuran’ı iniş tarihine göre yeniden düzenlemiştir.” (İbn Sa’d, Tabakat, 2/338; İbn Nedim, Fihrist, s. 42)
Hz. Ali (a.s) buyurdu ki; “Bana Allah’ın kitabından sorunuz! Hiçbir ayet yoktur ki, onun gece mi gündüz mü ovada mı indiğini bilmeyeyim! Ben onların hepsini bilirim!” (İbn Sa’d, Tabakat, 2/338; İbn Abdulberr, İstiap, 3/1107; M. Asım KÖKSAL, İslam’da İki Ana Kaynak Kitap ve Sünnet, s. 44, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1994)
Hz. Ali buyurdu ki; “Allah’a ant olsun ki inen her ayetin ne hakkında, nerede ve kimin için indiğini biliyorum! Çünkü Allah bana bilen bir kalp ve konuşan bir dil armağan etmiştir.” (İbn Sad, Tabakat, 2/338)
İmam Ali buyurdu ki; “Allah Elçisi beni kendisine yaklaştırdı ve buyurdu ki; Allah seni kendime yaklaştırmamı ve sana söylediklerimi duyup ezberlemeni bana emretmiştir. Daha sonra ‘Gerçeği belleyip kavrayabilen kulaklar da onu belleyip kavrasın’ (Kuran, Hakka, 69/12) ayeti indi!
Abbas oğlu Abdullah dedi ki; “Doğru sözlü biri Hz. Ali’den fetva olarak bir hadis bildirdiğinde ona uyardık!” (İbn Sad, Tabakat, 2/338)
Ömer b. Hattap dedi ki: “Ali, kural koymada ve karar vermede hepimizden üstündür.” (İbn Sad, Tabakat, 2/339)
Ömer b. Hattap dedi ki: “Ey Hasan’ın babası! Benim sağ kalıp, senin olmayacağın günden Allah’a sığınırım!” (Muhibbiddin Taberi, Zehairulukba, s. 82)
Müseyyeb oğlu Sait dedi ki; “Ali’nin olmadığı yerde zor bir sorunla karşılaşmaktan, Ömer sürekli Allah’a sığınırdı!” (İbn Sad, Tabakat, 2/339)
Üzeyne Abdi dedi ki; “Ömer’in yanına gidip sordum ki; Umreye nereden başlayayım? Buyurdu ki; Ali’nin yanına git ve ondan sor.” (Muhibbiddin Taberi, Zehairulukba, s. 79)
Bir gün Hz. Ömer, birinin Hz. Ali’ye sövdüğünü görünce ona dedi ki; Sanıyorum sen münafıksın! Çünkü Peygamber aleyhi ve alihisselam buyurdu ki; Musa için Harun ne ise benim için de Ali odur ama benden sonra peygamber gelmeyecektir.” (Hatip, Tarih, 7/452)
“Hz. Ayşe’ye, ayakkabıyla mesh etmenin kuralı sorulduğunda buyurdu ki; Gidip Ali’den sorunuz!” (Muhibbiddin Taberi, Zehairulukba, s. 79)